Sağlık Hukuku

Sağlık hukuku, güncel uygulamada karşımıza en çok malpraktis davaları olarak çıkmaktadır.

Malpraktis, kelime anlamı olarak “kötü, hatalı uygulama” anlamına gelmekte olup,  uygulamada; bir meslek mensubunun, mesleğini uyguladığı esnada ortaya çıkan hatalı, kusurlu hareketleri olarak kullanılır. “Tıbbi Malpraktis” kavramı ise; tıp mesleği mensuplarının hatalı, kusurlu hareketleri sonucu ortaya çıkar. Dünya Tabipler Birliği malpraktisi; “Hekimin tedavi sırasında standart güncel uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar’’ şeklinde tanımlamaktadır.

Her ne kadar Dünya Tabipler Birliği malpraktis kavramını bu şelilde açıklamışsa da; tıbbi uygulamada hatalar yalnızca hekim kaynaklı olmayıp hekim ile birlikte hizmetleri sunan hemşire ve ilgili yasaya göre hastaya müdahale yetkisi bulunan fizyoterapist, psikolog ve diyetisyen gibi sağlık personelinin, öneri ve/veya uygulamaları sonucu, hastalığınn normal seyrinin dışına çıkarak, iyileşmesinin gecikmesinden hastanın ölümüne kadar geniş bir yelpazedeki hataların tamamını içermektedir.

Tıp mesleği mensubunun bir hastaya nasıl davranması gerektiği, bu konuda kendisinden ne beklendiği, neleri yapması, neleri yapmaması gerektiği; ulusal ve uluslar arası tıbbi etik ve deontolojik kurallar, sözleşmeler, bildirgeler, yasalar, yönetmelikler gibi yazılı metinler yanında; genel ahlak kuralları, örfler, adetler ve ananeler gibi yazılı olmayan kurallar ile de belirlenmiştir. Ancak bu konuda önemli belirleyicilerden biri; tıp mesleği mensubu ile hasta arasındaki varsayımsal sözleşmedir. Uygulamada bu sözleşmenin, hastanın bir sağlık kuruluşunun kapısından girdiği anda başladığı söylenebilir.

Bu sözleşme ile hekim; hastasının sağlığını korumak veya düzeltmek için elinden geleni yapacağına, ona özen, içten bağlılık ve sadakat göstereceğine, tüm bilgi ve becerisini onun yararına kullanacağına, sırlarını saklayacağına, kayıtlarını düzgün olarak tutacağına ve tedavisini sürdüreceğine dair garanti vermiş olur.

Bu sözleşme kapsamında hekimin yaptığı tıbbi müdahale ve girişimleri hukuka uygun hale getiren iki unsur vardır. Bunlardan birincisi; hekimin tıp sanatını uygulama hak ve yetkisine sahip olması, ikincisi ise; hastanın muayene için onamının, yapılacak her türlü diğer uygulama ve girişim için ise aydınlatılmış  onamının bulunmasıdır.

Malpraktis davaları da bu aşamada devreye girmekte, hekimin tedavide hak ve yetkisi bulunsa dahi pratikte karşımıza çok sık çıkan bir olgu olan, aydınlatılmış onam eksikliğinden kaynaklı süreç başlamaktadır.Süreçte:

  • Tam ve doğru şekilde “aydınlatılmış onam” yapılmayan hasta ve hasta yakınlarının tedavi sürecinde uğradıkları maddi-manevi zararlarının tazmini için dava açma hakkı bulunmaktadır.
  • Bununla birlikte sağlık personelinin tanı ve tedavi sürecindeki her türlü kusuru ile kayıt tutma yükümlülüğü, sır saklama yükümlülüğü, tedaviyi sürdürme yükümlülüğü gibi mesleki her türlü yükümlülüğü yerine getirmemeleri nedeniyle hasta ve hasta yakınlarının uğradığı maddi-manevi zararlarının karşılanması için dava açma hakları bulunmaktadır.
  • Yine hastanın tanı ve tedavi sürecinin gerçekleştiği, devlet veya özel sağlık kuruluşlarının, teçhizat yetersizliği ve teknik sorunlardan kaynaklı hatalar için de uğranılan maddi-manevi zararların tazmini talep edilebilmektedir.
  • Ayrıca hasta ve hasta yakınlarının kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince sadece kusuru bulunan sağlık personeline değil, ilgili sağlık kuruluşuna ve Sağlık Bakanlığına da zararın tazmini için adli ve idari yargıda dava açma hakkı bulunmaktadır.
  • Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre de kusuru bulunan sağlık personeli ile yetkililer, hasta ve hasta yakınlarını uğrattığı zarar nedeniyle ceza yargı sürecinde soruşturma ve kovuşturma süreçleri sonunda, suçu sabit bulunmakla cezalandırılacaktır.

Sel&Er Hukuk Bürosu olarak, sağlık hukuku alanında uzman ekibimiz öncelikle yaşama hakkınızı savunmak için insan hayatının her şeyden daha değerli ve üstün olduğu desturu ile hareket etmekte, tıbbi malpraktis nedeniyle zarara uğrayan hasta ve hasta yakınlarının, tüm hukuki sürecini büyük bir titizlik ile takip etmektedir.Uğranılan maddi-manevi zararların hem kusur sorumluluğu hem de kusursuz sorumluluk ilkelerine göre tazmini ile kusuru bulunan sağlık personelinin  ve yetkililerin TCK hükümlerine göre cezalandırılması için işletilecek hukuki süreçte  adaletin sağlanması ve vicdanların bir nebze olsun rahatlaması için hukuk büromuz azami gayret içerisinde olacaktır.

Büromuz, sağlık hukuku alanında ayrıca aşağıda belirttiğimiz alanlarda da hukuki hizmet vermektedir.

  • Sağlık kurumlarının tedarikçileri, çalışanları, hastaları ve devlet kurumları ile aralarında gerçekleşecek sözleşmelerin kanuna uygun şekilde düzenlenmesi ve hazırlanması,
  • Sağlık Bakanlığının izin prosedürleri hakkında hukuki danışmanlık verilmesi,
  • Hastaların ve sağlık personeli çalışanlarının sigorta uyuşmazlıklarına ilişkin davalarının takibi,
  • Hekimlerin malpraktisten kaynaklanan cezai ve sigorta uyuşmazlıklarına ilişkin davalarının takibi,
  • Sosyal Güvenlik Kurumu ile sağlık hizmeti sunucuları arasında SUT’un uygulanmasına yönelik ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümü ve davalarının takibi,
  • Devlet kurumlarına sağlık sunucuları adına yapılacak başvuru ve itiraz ile idari davaların takibi,
  • İlaç ham maddelerine, cihaz ve malzemelerine ilişkin üretim, dağıtım, distribütörlük ve klinik araştırmalarında düzenlenecek sözleşmelerin hazırlanması,
  • İlaç patentleri ve markalardan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaların takibi.

SAĞLIK HUKUKUNA İLİŞKİN DANIŞTAY VE YARGITAY KARAR ÖRNEKLERİ

KOMPLİKASYONLA MÜCADELEDE GEREKLİ ÖZENİ GÖSTERMEYEN İDARENİN, DAVACILARA MANEVİ TAZMİNAT ÖDEMESİNE KARAR VERİLDİ.

“Her ne kadar, davalı idarece genel cerrahi yoğun bakım ünitesinde yer olmaması sebebiyle hastanın genel cerrahi yoğun bakım ünitesine alınmadığı belirtilmekte ise de, anılan üniversite hastanesinde görevli doktor ifadesinde hastanın genel cerrahi servisine tedavisinin üstlenilmemesi sebebiyle alınmadığı, bir başka ifade de ise genel cerrahi bölümünün hastanın cerrahi yoğun bakıma devir alınmasını gerekli bulmadığının belirtildiği, hastanın genel cerrahi yoğun bakım ünitesinde yer olmaması sebebiyle kabul edilmediğine dair ifadeye rastlanılmadığı görülmektedir.

Yukarıda anlatımı yapılan hususların birlikte değerlendirilmesinden; histerektomi operasyonundan sonra ortaya çıkan komplikasyonlarla mücadele esnasında yaşananların (genel cerrahi yoğun bakımında hastanın takip edilmesi gerekirken bir türlü anılan servise alınmaması, barsak delinmesinin tespitine yönelik yeterli tetkik yapılmaması) davalı idarece komplikasyonla mücadelede kendinden beklenen özeni göstermediği, hastanın ölümüyle sonuçlanan bu sürecin hasta yakınları üzerinde tahribat yarattığı, davacılarda, annelerinin tedavisinin gerektiği gibi yürütülmediği yönünde şüphe, endişe ve üzüntüye yol açtığı anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca, davacıların maruz kaldığı acı, elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin reddi yolunda verilen Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.”

AMNİYOSENTEZ SIVISI ALIMINDA İDARENİN SAĞLIK HİZMETİNİ KÖTÜ İŞLETMESİ NEDENİYLE HAYATINI KAYBEDEN ANNENİN YAKINLARI LEHİNE MADDİ-MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE KARAR VERİLDİ.

“F.S'ye amniyosentez sıvısı alımı için girişimlerde bulunan sağlık personeli hakkında davalı idare tarafından gerçekleştirilen ön inceleme neticesi düzenlenen rapor üzerine verilen "Soruşturma İzni Verilmesi" kararında; F.S.nin eşi tarafından, eşine ilk seferde birden çok kez farklı boyutlardaki iğneler ile girişimde bulunulduğunun iddia edildiği, ilgili doktor tarafından ise tek iğne girişinin yapıldığının belirtildiği, 19.08.2010 tarihinde yapılan bu amniosentez işlemi hakkında herhangi bir kayıt ve belge bulunmadığı, işlemi gerçekleştiren Op.Dr. F. N.Ç. ile yapılan telefon görüşmesinde bunu doğruladığı ve nedenini bilmediğini belirttiği, dolayısıyla iğne giriş sayısı hakkında bir yorumun yapılamayacağı, 20.08.2010 tarihindeki girişimin başarıyla gerçekleştiği, literatürdeki genel eğilimin bir seansta en fazla iki girişim yapılması, ikisinin de başarısız olması durumunda 3-7 gün sonra yani intrauterin infeksiyon ( koniamnionit ) ve gebelik kaybı dışlandıktan sonra tekrar denemek olduğu, bahse konu olayda ilk seanstaki işleme ve sayısına dair kayıt tutulmaması, makul bir ara verilmeksizin tekrar ertesi gün girişimde bulunulması ile F. S.nin ölümü arasında nedensellik bağı bulunduğundan bahisle ilgili kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmiştir.

Tüm bu hususlar idarece sunulan sağlık hizmetinin kötü işletildiğini göstermekte olup, idarenin eylemi ile gerçekleşen ölüm arasında uygun illiyet bağının bulunduğu da dikkate alındığında, davacıların uğradıkları maddi ve manevi zararın tazmini gerekmektedir.”

YÜKSEK ÖLÜM RİSKİ BULUNAN ENFEKSİYONA İLİŞKİN TEDAVİDE GEREKLİ HİJYEN ŞARTLARINI SAĞLAMAYAN İDARENİN HİZMET KUSURU NEDENİYLE DAVACILARA TAZMİNAT ÖDEMESİNE KARAR VERİLDİ.

“Dava konusu olayda, Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan raporda en gelişmiş ülkelerde bile tüm önlemlere rağmen, yüksek ölüm riski bulunan bu enfeksiyonun görülebildiği, hastanede bulunulan süre içinde bu enfeksiyona maruz kalınabileceği, tanının konulmasıyla birlikte gerekli tedavinin hastaya zamanında yapıldığı, dolayısıyla hastane personeli ve hekimlere atfı kabil kusurun bulunmadığı belirtilmiş ise de yukarda açıklamasına yer verilen "tıbbi uygulama hatası-komplikasyon" ayrımına dair açıklamalar dikkate alındığında; oluşan durumun, hizmet kusuru kavramının niteliği dikkate alındığında komplikasyondan öte, davalı idareye ait hastanede hijyen şartları açısından gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi sonucu doğduğu anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda, idare tarafından sunulan sağlık hizmetinin kusurlu işletildiği anlaşıldığından davanın reddi yolundaki Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.”

EKSİK İNCELEME NEDENİYLE YAZILI ŞEKİLDE HÜKÜM KURULAMAYACAK DOSYANIN AYDINLATILMASI İÇİN UZMAN BİLİRKİŞİLERDEN OLUŞAN KURUL ARACILIĞI İLE DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKMEKTEDİR.

“Davacı, davalı doktorun yeni yöntem yerine tel montajıyla yapılan eski tedavi yöntemini seçerek hatalı tedavi yaptığını ve tellerin montajı sırasında damarları deldiğini,başka bir anlatımla Herbert vidası kullanılmayarak K teli kullanılmış olmasının ,ameliyat sonrası oluşan kanamanın bası yolu ile durdurulmuş olmasının gelişen kaynamama şeklindeki komlikasyonun oluşumuna katkısı olup olmadığı iddiası ile eldeki davayı açmıştır. Davacının delil olarak dayandığı E.. Hastanesinin 17.10.2009 tarihili epikriz raporunda belirtilen ameliyat sırasında pseudoanevrizma ve radial arterin yanalanmış bölgesinin diseke edilmiş, anevrizma ve yaralı arter segmentinin eskize edilerek ucuca onarım yapılmış olduğu nazara alınarak davalı doktorun hatalı ve eksik uygulaması olup olmadığı hükme esas alınan Adli tıp raporunda bu hususlar üzerinde hiç durulmamıştır.

Bu haliyle rapor inandırıcı ve tatminkar olmaktan uzaktır. Öyle olunca hükme esas alınan Adli Tıp 3.ihtisas kurulu raporuna itibar edilip, hüküm kurulmaz.

O halde mahkemece yapılacak iş; üniversitelerin ilgili anabilim dallarından ve özellikle ortopedi uzmanlarından seçilecek konusunda uzman bilirkişilerden oluşmuş bir kurul aracılığı ile dosyadaki hastahane de tutulmuş dosya ve kayıtlar taraf savunmaları tüm deliller birlikte değerlendirilerek, yapılması gerekenle yapılan müdahale ve tedavinin ne olduğu, tıbbın gerek ve kurallarına göre olayda doktor hatası olup olmadığını gösteren nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmak ve böylece hasıl olacak sonuca uygun karar vermektir. Eksik inceleme ve mevcut delileri değerlendirmede yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”

LAZER EPİLASYONDA HATALI UYGULAMA NEDENİYLE VÜCUDUNDA YANIK OLUŞAN HASTAYA MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİ GEREKMEKTEDİR.

“...davacının tedavi gören yerlerinin yanık içerisinde olduğunu, sonradan vücudunda kaldığını, bu sebeple polislik sınavına giremediğini, davacı tanığı N.. G..’ün beyanında; yanıkların olduğu gün davacının evinde olduklarını, tedaviden sonra yanıkların oluştuğunu, davacı tanığı .... beyanında; tedaviden geldiğinde yanıklar içerisinde olduğunu ifade ettikleri görülmüştür.

Kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse, manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır.

Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek, takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Çünkü, kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hukuka ve hakkaniyete göre hüküm vereceği Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir.

O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir.

Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.

Hal böyle olunca, davalıların uyguladığı hatalı lazer epilasyon işlemi sonucunda, davacı iş sahibinin istediği sonuca ulaşamadığı, vücudunda yanıklar meydana geldiği, çektiği sıkıntı ve ızdırap da dikkate alındığında, davacı lehine uygun oranda manevi tazminata karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”

TRAFİK KAZASI GEÇİREN HASTANIN MÜŞAHADE ALTINDA TUTULMADAN EVE GÖNDERİLMESİ AKABİNDE GERÇEKLEŞEN ÖLÜM OLAYINDA, DOKTORUN GÖREVİ İHMAL SUÇUNU İŞLEDİĞİ VE BU SUÇTAN MAHKUMİYET KARARI VERİLMESİ GEREKTİĞİNE KARAR VERİLDİ.

“…‘ın ölümünün trafik kazasına bağlı kaburga, kalça, kafatası, köprücük kemiği kırıkları ile birlikte iç organ yaralanması ve bunlara bağlı gelişen komplikasyon sonucu meydana geldiğine dair Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 17.02.2006 tarihli raporu; sanığın tıbbın gereklerini yapmaması sebebiyle kusurlu olduğuna ancak bu kusurlarının kaza ile …‘ın ölümü arasındaki illiyet bağını kesmediğine ilişkin Yüksek Sağlık Şurası kararı ve kırıkların tespit edilememesinin eksiklik olduğuna ancak kişide tespit edilen travmatik değişimlerin ağırlıkları ve kişinin yaşı da dikkate alındığında, zamanında tespit edilip uygun tedaviye başlanması durumunda dahi kurtulmasının kesin olmadığına dair Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 13.03.2013 tarihli raporu birlikte değerlendirildiğinde; sanığın davranışları ile meydana gelen ölüm neticesi arasında nedensellik bağının kesin olarak belirlenemediği, bu nedenle sanığın meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulamayacağı, bununla birlikte Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliğinin 24. maddesinin 2 ve 3. fıkraları gözetildiğinde sanığın, genel beden travmasına ve çoklu kemik kırıklarına maruz kalmış öleni stabilizasyonu sağlanıncaya kadar ve tıp çevrelerinde genel olarak kabul gördüğü şekilde yirmidört saat müşahede altında tutması veya başka bir sağlık kuruluşuna sevk etmesi gerekirken, beş saat sonunda taburcu ederek evine göndermesi suretiyle görevinin gereklerini yerine getirmekte ihmal gösterdiği, bu haliyle eyleminin TCK’nun 257/2. maddesinde düzenlenen görevi ihmal suçunu oluşturduğu ve bu suçtan mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiği ....”

AYDINLATILMIŞ ONAMIN EKSİKLİĞİ VE İSPATLANAMAMASI DURUMUNDA OLUŞAN ZARAR İÇİN DAVACILAR LEHİNE MADDİ – MANEVİ TAZMİNATA HÜKMEDİLMESİ GEREKİR.

“davalılar, davacıya yapılan ameliyat sonucunda oluşabilecek olası komplikasyonların anlatıldığına ve davacının bu işleme rıza gösterdiğine dair aydınlatılmış onam alındığına dair bir delil sunmamışlardır. Muvafakatname başlığı altında dosyaya sunulan belge, gerekli aydınlatmayı içermediği gibi, yalnızca rıza mahiyetindedir. Aydınlatılmış onamda ispat külfeti hekim ya da hastanededir. Mahkemenin de kabulü bu şekildedir. Ancak, aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemiş oluşu, yapılan müdahaleyi hukuka aykırı hale getirdiğinden, davalıların manevi tazminat dışında maddi tazminattan da sorumlu olduklarının kabulü gerekir. O halde, mahkemece, açıklanan hususlar değerlendirilerek, davacı lehine maddi tazminata da hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.